1- Sizi ve Brüksel’de başında bulunduğunuz yapıyı okuyucularımıza kısaca tanıtabilir misiniz?

AB’nin başkenti Brüksel’de, AB mahallesinin tam kalbinde bulunan temsilciliğimize baktığınızda hukuken ve ismen iki ayrı kurum görürsünüz. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Brüksel Temsilciliği ve İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Brüksel Temsilciliği. Bu dış görüntünün arkasında, uzun yıllara dayalı ve geleceğe yönelik sağlam bir vizyon ve kurgu bulunmaktadır.

TOBB, ekonominin temel birimi olan firmaları temsil eden ve 365 yerel oda, borsa ve iki milyonu aşkın üyesiyle Türk iş dünyasının en kapsayıcı ve güçlü temsil örgütüdür. TOBB’un Avrupa’daki varlığı, 1959’da Avrupa Odalar Birliği’ne üyelikle başlamış ve Türkiye’nin iş dünyasını Avrupa’daki ortaklarıyla güçlü bir şekilde birleştirmiştir. İKV ise 26 Kasım 1965’te İTO ve İSO Başkanları tarafından kurulmuş ve Türkiye’nin AB uzmanı olarak nitelenmiştir. İKV, Türkiye-AB ilişkilerinin neredeyse 60 yıllık tarihine paralel bir geçmişe sahiptir.

İKV Brüksel Temsilciliği, 1984 yılında dönemin AB Komisyon başkanının daveti üzerine açılmıştır. Brüksel’de henüz AB iş dünyasının yeterince temsil edilmediği bir dönemde faaliyete geçen İKV Brüksel Temsilciliği, Türkiye’nin AB sürecindeki ekonomik ve politik ilişkilere odaklanmaktadır. TOBB ve İKV iş birliği, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde önemli bir rol oynamaktadır. Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını AB içinde başarıyla temsil etmek ve Türk iş dünyasını AB süreçlerine daha etkin bir şekilde entegre etmek için çaba göstermektedir.

Ben, 1988 yılında AB Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’ne Ekonomi ve Ticaret Müşaviri olarak atanmamla birlikte İKV ile ve Brüksel ile tanıştım. Brüksel’den dönünce (1992), Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı AB Genel Müdürlüğü’nde Ekonomik ve Mali İşler Daire Başkanı olarak görev yaparken, o dönemin en önemli konularından biri olan Gümrük Birliği sürecinde GB Yönlendirme Komitesi’nde yer aldım. GB’nin onaylanacağı tarihten (6 Mart 1995) birkaç hafta önce, İKV Brüksel Temsilcisi olmam için yapılan teklifi kabul ettim ve 17 yıl boyunca görev yaptığım Hazine’ye veda ederek, Brüksel’deki yeni görevime başladım.

  1. TOBB ve IKV’nin Brüksel’deki temsilciliği için belirlediği temel öncelikler ve hedefler nelerdir ve bunlar iklim politikaları ve CBAM üzerine mevcut tartışmalarla nasıl uyumlu?

Hedefimi az önce söyledim: AB üyeliği yolunda gerekenleri yapmak. Bir de ilkemiz var: Vakfın “mevcut, iyi çalışan, resmi ya da özel kurumların işlerini asla kopya etmeyeceği”, yani bir anlamda öncü rolü üstleneceği de kurucularımız tarafından karar altına alınmış. Hedefi ve ilkeyi böyle net şekilde vermek biz çalışanlara çok büyük bir rahatlık sağlıyor, ancak aynı zamanda ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Çünkü “yapılması gerekenler” dönemden döneme büyük farklılıklar gösteriyor; bu da hem çalışanlar hem de kurum olarak zamanın ruhunu yakalamayı ve doğru zamanda doğru şeyi söylemeyi ve yapmayı gerektiriyor.

 

“Doğru şey” diye yola çıkınca, uzmanlık alanı hakkında mükemmel bilgiye sahip olmak, AB’yi iyi tanımak, hele de bunu yerel bilgi ile mezcetmek elbette çok önemlidir. Ancak bunun yanı sıra ülkesinin ve kurumunun eksiklikleri ile ilgili olarak da gerçekçi ve hakkaniyetli değerlendirmeler yapmak gerekir.

 

Brüksel’de AB’ye yönelik rasat eylemimizin birinci önceliği bu karmaşık yapıyı iyice anlamak, özümsemek ve “tercüme ederek” geriye, yani ülkemize, özellikle de temsil ettiğimiz kesimlere aktarmaktır. Burada tercüme etmek derken tabii ki bir lisandan diğerine çevirmeyi değil, hizmet ettiğimiz hedef kitlenin kolayca anlayacağı bir şekilde ifade etmeyi kastediyoruz. Çünkü tüm bürokratik yapılarda olduğu gibi AB’de de kendi vatandaşlarının dahi zaman zaman anlamakta zorlandığı bir özel dil geliştirilmiştir. Tabii ki, Türkiye’nin resmi kurumlarının da kendine has bir dili vardır.

 

Bizim öncelikli görevimiz, AB’yi doğru anlayarak temsil ettiğimiz kitleye, anlaşılır şekilde aktarmak; aynı şekilde onların görüş, pozisyon, düşünce ve hissiyatını da yine doğru biçimde muhataplarımıza iletmektir. Bu işi yaparken bizi yaratanların kim olduğunu hiç unutmaz, konuların ekonomik boyutunu hep gündemde tutarız.

 

Bu da SKDM’nin (evveliyatı ve kökenleri ile birlikte) neden ve nasıl ilgi radarımıza girdiğini izah ediyordur sanırım. Son yıllarda AB’de ortaya çıkan gelişmeler içinde çok sayıda firmamızı doğrudan etkileyeceği kesin olan hem de bu etkinin maddi yükünü neredeyse kuruşuna kadar hesaplamamız mümkün olan hangisidir deseniz cevap çok net: Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması.

 

Bizim, değil temel önceliklerimiz ve hedeflerimiz bizatihi varlık nedenimiz ile bire bir uyumlu bir konu. Biz de zaten bu anlayışla ilk günden itibaren konuyu izliyor, her gelişmeyi öncelikle işletmelerimizi nasıl etkiler sorusuna, onlarla birlikte cevap arayarak mercek altına alıyoruz.

 

SKDM’yi en basit haliyle, bazı işletmelerimizi iş modellerini ‘değiştirmeye’ zorlayacak bir dış etken” olarak tanımlayabiliriz. Bu kısa tanımı biraz açarsak şu sorulara cevap vermemiz gerekir:

GTİP bazında düzenlenen bir ürün listemiz bulunmaktadır. İşin kötüsü, hiç de kısa olmayan bu liste her yıl yeni ürünlerle güncellenmektedir. Eğer bu listede yer alan ürünlerin imalatçısı iseniz ve ürünleriniz doğrudan ya da dolaylı olarak AB ülkelerine satılıyorsa, SKDM uygulamasının kapsamında yer alıyorsunuz demektir.

 

Eğer kapsamdaysanız, geçtiğimiz yılbaşından bu yana, AB’ye karbon salınımınızı (emisyon değeriniz) raporlamak zorundasınız. Bu işlemin maliyetini (zaman ve para olarak) üstlenmek de yükümlülükleriniz arasındadır.

 

Maliyetlerdeki artış burada da kalmayacak. İki yıllık raporlama döneminden sonra, 1.1.2026 tarihinden itibaren, AB ülkelerine mal satarken, sizinle aynı malları üreten AB firmaları uzun süredir ödedikleri “müsaade edilenin üzerindeki emisyonunuzun bedelini” hem de onların ödedikleri Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) usullerine uygun olarak ve orada belirlenen birim bedel üzerinden ödemenizi talep edecekler. Yani maliyetiniz artacak ve sizden daha düşük emisyon bedeli ödeyen üçüncü ülke firmalarına karşı rekabet gücünüz azalacak.

 

Eğer o tarihe kadar ülkenizde AB ile uyumlu bir ETS sistemi kurulmuşsa, en azından bu ödemeyi kendi ülkenizde kendi para biriminizle yapma şansınız olacak. Aksi takdirde bu ödemeleri büyük ölçüde yurt dışından temin etmek zorunda kalacaksınız.

 

İşletmelerimiz açısından bir diğer seçenek, emisyon düzeylerini belirlenen limitlerin altına çekmektir. Ancak bu tercih, yeni yatırımlar yapmayı ve yatırım maliyetine katlanmayı gerektirecektir. Maliyet hesabı yaparken, yüksek emisyonlu üretime devam etmenin uzun vadeli maliyetinin tamamen piyasa dışında kalmak olabileceğini de hesaba katmamız gerekiyor.

 

Şurası çok net; SKDM kapsamındaki işletmelerimiz, bir yanda artan maliyetlerle karşı karşıya kalırken diğer yanda tamamen piyasa dışında kalmak riskiyle karşı karşıyalar. Kısacası, SKDM kapsamındaki firmalarımızın -hem de çok kısa sürede- cevap vermeleri gereken soru şu: Dönüşüm yatırımına mı kaynak ayıracaksınız, dönüşmemenin bedelini mi ödeyeceksiniz?

 

Bu arada, eğer emisyonunuz öngörülen limitin altında ise SKDM, tam aksine, sizin için bir fırsat, bir gelir kaynağı olabilir. Dönüşüme ayıracağınız yatırımı bir de bu perspektifle hesaplamakta yarar var.

  1. TOBB, üye işletmelere CBAM ve diğer iklimle ilgili politikaların getirdiği karmaşıklıklarla başa çıkmalarına yardımcı olmak için hangi destek mekanizmalarını sunuyor?

TOBB, başından beri SKDM konusundaki farkındalığı artırmak amacıyla üyelerini her düzeyde bilgilendirmektedir. Üstelik, sadece SKDM değil, aynı zamanda yeşil dönüşümün diğer zorlayıcı veya özendirici unsurlarını da kapsayacak şekilde bu bilgilendirme çalışmalarını yürütmektedir.

 

Diğer taraftan, SKDM ve benzeri uygulamalara karşı en önemli araç olarak görülen, işletmelerin üzerine yüklenen ek maliyetin yurt içinde kalması ve tercihen toplanan fonların yeşil dönüşüm için kullanılmasını sağlayacak olan ETS sisteminin ülkemizde bir an önce kurulması için bürokrasi ve siyaset alanındaki karar alıcılar nezdinde girişimlerde bulunmayı da ihmal etmemektedir.

 

Bu tür üyelere yönelik bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarının yanı sıra, karar alıcılara toplu gücünü kullanarak taleplerini iletmek de yapılabilecek önemli faaliyetler arasında yer almaktadır. Dönüşümün takvimli planlaması, mevzuat alt yapısının hazırlanması, dönüşümün finansal maliyetini azaltacak uygun koşullu kredi veya teşvik fonlarının oluşturulması, ve en önemlisi, hızla AB ile uyumlu bir ETS sistemi kurulması gibi olmazsa olmaz adımları atma konusunda ise siyasi irade ve yürütme yetkisine büyük görevler düşmektedir.

  1. Avrupalı politika yapıcıların Türkiye’nin CBAM sürecindeki ilerlemesi ve bu süreçte aldığı aksiyonlar hakkındaki değerlendirmeleri ve görüşleri nelerdir?

Avrupalı karar alıcıların, en azından henüz, SKDM konusunda verdikleri kararların üçüncü ülkelerdeki olumsuz etkilerini (maliyet artışı gibi) ülke bazında takip edip değerlendirme yapmalarını beklememiz gerekmeyebilir. Onlar, sadece üçüncü ülke işletmeleri tarafından verilen raporlar üzerinden emisyon azaltma performansını izleyip kayda geçiriyorlar.

 

Kendi bakış açılarından da şu mantık zinciri içinde kendilerini haklı görüyorlar: “Yer yüzü, iklim krizi denen çok büyük bir felaketle karşı karşıya. Dünyanın ortalama sıcaklığının yükselmesi yüzünden dünyamız 100 yıl içinde insan yaşamına uygun bir yer olmaktan çıkacak. Bu kesin. Isınmanın iki sebebi var; birincisi doğanın kendi işleyişi ki o konuda yapacak bir şeyimiz yok. İkinci sebep ise insanoğlunun yarattığı emisyon. Biz AB olarak, bu gerçeği daha önce fark ederek ve yüksek bir bilinçle ve sorumlulukla (bana kalırsa, daha ziyade on yıllardır en fazla kirletenin kendileri olduğunu bilmenin vicdani baskısıyla da) emisyonlarını azaltmaları için kendi firmalarımıza yeni kurallar getirerek (Yeşil Mutabakat) onların maliyetlerini yükselttik. Ama sonra anladık ki sadece onların azaltması yeterli olmayacak. İklim krizini bizim kadar ciddiye almayan üçüncü ülkeleri de Yeşil Mutabakat hedefleri doğrultusunda çaba göstermeye zorlamak için, DTÖ kuralları ile uyumlu olmasına dikkat ederek SKDM uygulamasını çıkardık (tabii ki bu arada kendi firmalarımızın azalan rekabet güçlerini de geri kazandırıp şikayetlerini azaltmış olacağız!).

 

Bana sorarsanız, iklim krizi somut bir tehdit, herkesin ciddiye alması gerek. Dolayısıyla, konunun vicdani ve ticari değişik açılarına dikkat çekmekle birlikte, özünde yapılanın doğru olduğunu düşünüyorum.

  1. TOBB ve IKV perspektifinden değerlendirildiğinde, CBAM düzenlemelerinde olası değişiklikleri nasıl öngörüyorsunuz ve Türk işletmelerinin evrilen iklim politikalarına uyum sağlamak için alabileceği ne gibi proaktif önlemler olduğunu düşünüyorsunuz?

AB tarafında, yumuşama yönünde bir değişiklik beklememek gerek. Çünkü her dönemde, o ana kadar alınan tedbirlerin bizi arzu edilen sonuçlara tam olarak ulaştıramadığını, hedeflerin altında kaldığımızı görüyoruz. Eğer değişiklik olacaksa, muhtemelen daha zorlayıcı bir yönde olacaktır.

 

Bu gerçeği kabul etmek en doğrusu. Gerçeği kabul edip hızla uyum sağlayanlar, dönüşenler kârlı çıkacaklar. Uyum sağlayamayanlar ise yeni kurallara maruz kalacaklar ve boyun eğmek zorunda kalanlar. Dönüşmekte geç kalanlar ise bedelini ödeyecekler.

 

Peki ne yapmalı? Yeşil Mutabakat çerçevesinde iklim kriziyle mücadele planını, kamu, özel sektör, ve halk olarak içselleştirmemiz gerekiyor. Sonrasında samimi bir çaba ve hızla dönüşümü planlamalıyız. İlk adım kamudan gelmeli. Takvimli bir eylem planı ve bu planın kurallarını belirleyen mevzuat, özellikle ETS dahil, hızla çıkarılmalı.

 

TOBB, İKV gibi kuruluşlar bu noktada, Gümrük Birliği öncesi dönemde olduğu gibi, işletmeleri bilgilendirme ve teşvik programları başlatmalı ve aynı anda başlangıçta en fazla zorluk çekecek KOBİ’ler için özel destek ve yönlendirme programları geliştirmelidir.

 

Gelelim işletme düzeyine. Evet, işletme için yukarıda saydığım tüm hususlar, içinde iş yaptıkları ortamı oluşturur ve onlar açısından bir anlamda (üzerinde kontrolleri olmayan) bir dışsal veridir. Ama bu onların hiçbir şey yapmadan beklemelerini gerektirmez. İşletme bazında yeşil dönüşüm için neler yapılması gerektiğini kolaylıkla ve düşük maliyetle öğrenebilirler. Şirketlerimizin örgütlü gücü olan Odalarımız bu konuda kendilerine yardımcı olabilir. AB’den mali destek de sağlanabilir. İşletmelerimizi bu konuyu gündemlerine almaya, en azından “böylece beklersem bana ne olacak sorusunu” sormaya davet ediyorum. Hiçbir şey yapmadan beklemek işletmelerimiz için en kötü tercihtir.

“Green Today, Sustainable Tomorrow: Let’s Grow Together.”

Eskişehir Yolu Konutkent Kavşağı 2700. Cadde Arp Kule 3/13 Etimesgut/ANKARA